27 Kasım 2013 Çarşamba

Ve perde kapandı! - Tünay Süer

Birkaç gündür karmakarışık duygular içindeyim.
Kaç kez bir şeyler yazmaya çalıştım ama bir türlü başaramadım. Yazmak zorlanma ile olmuyor, tıpkı şarkı söylemek, şiir okumak gibi.
Bir şarkı veya şiiri kalbinizin derinliklerinde hissetmeden dışa aktarırsanız asla başarılı olamazsınız.
Her ikisinde de duygu vardır çünkü. Onları yaşatmak için önce kendiniz yaşamalısınız. Aksi takdirde sizi dinleyen sıkılır bir müddet sonra ilgisini başka yöne çevirir.
İnanın bence yazmakta böyle bir şey.
“Ne alaka, roman mı yazıyorsun kardeşim,” diyenler de olabilir elbette.
Roman, okuyucusunu gerçekliğin dışında bir dünyaya alır oysa ben toplumsal, siyasal olayları belli bir ideoloji içerisinde sizlerle paylaşmak, gerçekleri yazarak kamuoyu yaratmak, halen uykuda olanları uyandırmak istenci ile yazıyorum.
 13 rakamına pek takıntım yoktur ama 2013 yılı galiba uğursuz geldi diye düşünmeye başladım. 2013 Ocak ayında, haberlerin efsane isimlerinden gazeteci Mehmet Ali Birand’ın vefatı ile başlayan, hazanda dökülen yapraklar gibi sevilen birçok ünlümüzü toprağa verdik.
Geçtiğimiz üç aya baktığımızda Tuncay Kurtiz, Turgut Özakman, Savaş Ay, Nejat Uygur ve en son olarak ta Tuncay Özinel’i kaybettik.
                                                             ***
Özinel’i yıllar ötesinde ilkokul çağlarımdan tanırım. Halamın üst komşularıydılar. O zamanlardan aklımda kaldığı kadarıyla çoğu insan, sanata sanat gözü ile değil para olarak bakardı. Çünkü sanatçılar çok az para kazanırlardı. Bundan ötürü oyuncu mu olacaksın diye ailesinden tepki alırdı.
Ailenin çoğu okumuş meslek sahibi olmuş bireylerdi. Bir de deniz yüzbaşısı olan Hakkı ağabey diye tek oğulları vardı. Tunç’un da mutlaka okumasını istiyorlardı. .
Ortaokulda tiyatro kolu başkanlığı ile başlayan tiyatro aşkı,   bazen evde gösteriler yapmaya iterdi onu.
Boyanır makyaj yapar göğüsleri üzerine iki portakal veya kâğıtlar sıkıştırarak zenne olurdu. Müthiş bir taklit yeteneği vardı. Yani o zamanlardan çok iyi bir tiyatro sanatçısı olacağı belliydi. Rahmetli Kadriye teyze yani annesi ailenin evlatlığı idi. Zaman içerisinde aile ile araları açıldı ve annesinin ölümünden sonra tamamıyla koptular.
Aile ve yakın çevre  ona kısaca Tunç  derlerdi.. Tunç babasız büyüdü.
Babası bir İngiliz’di ondan hiç söz edilmezdi, kendisi de söz etmezdi.
Tunç, zamanla kendi çabası ile tabir caizse tırnakları ile kazıyarak tiyatro basamaklarını teker teker çıktı. Çok zor günler geçirdi. Bizim aile ile hiçbir zaman bağlarını kopartmamıştı zor geçen yıllarında ve sanatının doruğunda.
Onu bir kardeşimiz gibi sevdik ve daima gurur duyduk.
Her zaman oyunlarının gala gecelerine mutlaka bizi çağırır ve en önden yer ayırırdı. Zamanla benim ailemden de kayıplarım olunca ya tek ya da birkaç arkadaşımla mutlaka giderdim davetine.
Ona bir demet çiçek verdiğimde gözlerinin içinin güldüğünü fark ederdim.
Çünkü o da bizi ailesi gibi görürdü.
                                                                    ****
Vefatını öğrenmem:
O akşam telefonla sevdiğim bir arkadaşımla görüşüyordum. Mutluydum ve kıkır kıkır gülüyordum.
Televizyonum açık ama sessizeydi..
Birden onu ekranda gördüm .
Oh ya! Ya bir yeni oyundan ya da bir diziden bahsedecekler sanıyordum ki!
Alt yazı geçti. Onu kaybettik!
Tuncay Özinel İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede Zatürre nedeniyle 71 yaşında hayatını kaybetti.
Nasıl yani? Anlayamadım!
Daha düşüncemi bile tamamlayamamıştım.
Aniden yüreğime çok acıtan bir hançer saplandı sanki.
Aaaa! Aaaaa diye bağırdığımı hatırlıyorum.
Arkadaşımla konuşmayı bitirdik ve gözlerimden yağmur taneleri gibi yaşlar akmaya başladı.
Ayda yılda bir görüşsek te hatta bazen aylarca görüşmesek te mutlaka ama mutlaka ya o beni arar hal hatır sorardı ya da ben onu.
                                                                      ***
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde onun için düzenlenen törene gittim. Kimler vardı dikkat edemedim, sadece Kadıköy Belediye Başkanımız Selami Öztürk’e gözlerim ilişti. Ağlıyordu.
Tunç, başkanı çok severdi.
CKM de oynadığı bir oyunun ardından yapılan röportajda aynen şöyle diyordu.
Ben doğma, büyüme Kadıköylüyüm. Kadıköy Belediyesi Başkanı Selami Öztürk ilk seçildiği zaman “Türkiye sizinle gurur duyuyor” adlı oyunumuzun galasına geldi.
Ben alkışı durdurup “Başkan hoş geldin Kadıköy’e” dedim. Halit Akçatepe, Ercan Yazgan, Ayşen Gruda gibi birçok isim vardı.
Bu duayen kadro zaman zaman evde çalışıyordu.
Kadıköy gibi bir ilçede salon yoktu.
“Bize söz ver, Kadıköy’e salon yapacağına dair” dedim.
“Kadıköy’deki halka söz veriyorum, tiyatro salonları yapacağım” dedi Başkan..
Selami Öztürk sözünü tuttu ve zannediyorum ki 6 tiyatro salonu açtı.
Ben Süreyya Operası’na girerken ağladım. Çünkü çocukluğum Kadıköy’de geçti. Opera daha sonra sinema olmuş.
Oranın tekrar opera olması için ne yapabileceğimi düşünüyordum.
Selami Başkan tekrar opera olmasını sağladı.
Ben ne kadar orada oynamayacak olsam da benim için değerliydi. Selami Öztürk, yaptırdığı salonlardan hiçbir ücret istemiyor. Buraları halk evi gibi kullanıyoruz.
Bu Türk tiyatrosuna verilmiş en büyük destektir. Ben kendi çıkarım için Selami Öztürk’ün peşinde değilim. Türk tiyatrosuna bu kadar destek verdiği için hep arkasındayım. Ve çok seviyorum kendisini. Eksik olmasın.
                                                                   ***
Evet, başkan buradaydı işte.
Salon tıklım tıklım dolmuştu.
Sahnede yeşil örtüyle kapatılmış tabut gerçekti.
Sanki bu da yazılan oyunun bir parçasıydı ...
İçimden avaz avaz bağırmak geliyordu.
Hey Tunç! Bu oyunu sevmedim. Bu perdeyi çabuk bitir ve arkalardan bir yerlerden gel artık!
                                                                      ***
Sahneye çıkıp onunla vedalaştım.
Boğazıma düğümlenen hıçkırıklar içinde ne konuştuğumu şimdi hatırlayamıyorum.
Hatırladığım, aileden isimler saydım ve orada olup olmadıklarını sorduğum.
Manevi çocuğu Serdar dışında kimseden ses çıkmadı. Yaşayanlardan kimse gelmemişti.
Yeşil örtülü tabuta döndüm ve “bak Tunç ne kadar geniş bir ailen ve sevenlerin var. Hepimiz burada yanındayız. Diye seslendim.
                                                            ***
Tunç annesine çok düşkündü. İyi bir sanatçı olduğu kadar vefalı bir evlattı. Hastanelerin kabul etmediği anacığına aylarca altını değiştirmek dahil canla başla bakmıştı.
İpinden sapına kadar Atatürkçüydü.

Onun kişiliğini yansıtan ufak  alıntılarla anlatmaya devam ediyorum..
Öncelikle şunu çok iyi irdelemek gerek ki, " Bu ülkede kendisini satmayan hala muhalefet yapabilen kişiler TİYATRO SANATÇILARIDIR! Başbakan kahvaltıya çağırdığında "BENİM KARNIM TOK" diyebilen kişi tiyatro sanatçısı Müjdat Gezen'dir.

Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildiğinde bana davet için liste hazırlamam söylendi. Ben TİYAP'ın genel sekreteriyim. "Ne katılırım nede liste hazırlarım" diye cevap verdim.

Tiyatroların içinde bulunduğu durumdan utanıyorum. Devlet desteği için müracaat eden bir tiyatronun, gazetenin ilk sayfasında yayınlanan Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı ve ‘Sayın Erdoğan’a çok teşekkür ederiz’ diye verdiği ilan bir tiyatroya hiç yakışmıyor.
. “Bu salonların en büyük önemi ise, oynadığımız sahnelerde gençler de amatör olarak tiyatro öğreniyorlar, yapıyorlar, yaşıyorlar. Müzik öğreniyorlar. Gençlere kapı açıldı böylelikle
                                                                   ***
Kendisinin de az bir destek aldığını çünkü onu sevmediklerini söylerdi hep. Devlet Atatürk’ü sevmiyor ki seni sevsin Tunç derdim ona.
Hiçbir zaman Atatürkçülüğünden ödün vermeyen yürekli sanatçılardan birisiydi.
Hayatını tiyatro sanatı üstüne kurmuştu.
"Yasakçı ve sansürcü bir zihniyetle yönetilen Türkiye’de, yıllardır inatla tiyatro sanatı yapmaya çalıştı.  Sanatla ülkenin aydınlanacağına inananlardandı.
 O gün bir daha açılmamak üzere Özinel Tiyatrosunun perdesi kapandı ama onun yetiştirdiği gençlerle perdeler yine açılacak ve Atatürk sevgisi nesilden nesile uzanacaktır. Rahat ol ve ışıklar içinde uyu sevgili kardeşim. Seni de kalbimize gömdük.
TC.Tünay Süer

0 yorum:

Yorum Gönder