22 Kasım 2013 Cuma

Türkiye Postalarının Çöküşü ve Gümrük Rezaletleri - Celal Şengör

Sevgili okuyucularım, son iki yıldır posta ve gümrükten çekmediğim kalmadı. Bunların bana tesadüf eden gelişigüzel talihsizlikler olduğunu sanırken bir de bizim postacıdan ne öğreneyim: Benim başıma gelenler sıradan olaylar olmuş. Yani, posta çalışmıyor, gümrük zır cahillerin elinde.


Bana Avrupa’dan gönderilen birkaç yayın paketi bizim postaneye dahi gelmeden “adres bulunamadı” bahanesiyle geri gönderilince merak ederek, adresleri kontrol ettik. Tek bir tanesi dahi yanlış değil. Yani son 25 senedir oturduğum evi bulabilen posta idaresi, son iki senede bizim evi bulamaz oldu. Üstelik bulunamayacağı kararını bizim postane değil, merkez dağıtım veriyor. Bunun üzerine postacımıza sorduk. Derler ya bir dokun bin ah işit!

Efendim, posta idaresi taşerona devredilince, her şey aksamaya başlamış. Pek çok paket “otomatikman” geldikleri yere geri gönderiliyormuş. Dağıtım zaten çok aksamış. Pek çok mektup ve paket uzun zaman bir yerde biriktirilip ondan sonra dağıtılıyormuş. Hele bu son ifade neden Avrupa’dan eskiden en çok bir haftada gelebilen paketlerin bazen iki ayda geldiğini açıklayıverdi. Tevekkeli, Almanya’da giderek daha çok yayımcı ve sahaf kitaplarını Türkiye’ye göndermeyi reddediyorlar. Bir şey ısmarladığınız zaman “O ülkeye teslimat yapılmamaktadır” ibaresi karşınıza çıkıveriyor.

Bunu şikâyet edelim dedim: postacımız güldü: Kime? diye sordu. Bu soru üzerine birden kendime geldim: Öyle ya, kime gidecektim. Bu rezilliğin sebebi bizzat Ulaştırma Bakanlığı’dır. Bakanlığı bakanlığa mı şikâyet edecektim?

Sonra gene son bir buçukiki senede gümrükten gelen yayın paketlerinin falçata ile düz yüzleri kesilerek gönderilmeye başladığını fark ettik. Birkaç sefer içindeki kitaplar da kesilmiş olarak gelince bu işleri bilen bir avukat arkadaşımıza gümrüğü dava edebilir miyiz diye sorduk. Tabii, dedi ama hava alacağınızı garanti edebilirim. Bir kere dava uzun sürer; iki, gümrükte bunu kimin yaptığını tesbit etmek imkânsız gibidir. Gümrük idaresi de binbir bahane ile bu işin içinden sıyrılır. Siz kitabınızı kaybetmiş olmanın üzerine bir de hem para hem de sinir kaybına uğrarsınız.

Taşeron lafını (Fransızca ırgat anlamındadır), devlet dairelerinin kalitesiz yandaş doldurulmaktan çöktüğünü hep duyuyordum da, bunun bana bu kadar yakından dokunmuş olduğunu bilmiyordum. Türkiye Postaları ben gençken örnek bir kuruluştu. En olmayacak adresleri bulur, postayı yerine hızla teslim ederdi. Postacılık onurlu bir meslekti. Bu örnek kuruluş yerini şimdi tamamen çökmüş, uygar dünyanın olmazsa olmaz işlerinden biri olan posta taşımacılığını yapamaz hale gelmiş bir ahlaksızlık ağına bırakmış.

Bu nasıl olur diye düşündüm? Buna halk nasıl isyan etmez? Geçenlerde gümrükteki zebanilerden biri 250.000 Amerikan Dolarlık bir tabloyu falçatalamış. Sahibinin ne yaptığını öğrenemedim çünkü esas sorumlunun bu sefer posta değil de gümrük olduğunu öğrenince soluğu orada almış.

Bunları öğrenince kös kös kütüphaneme döndüm. Acaba bu bir kâbus mu diye düşündüm? Sonra birden aklıma geldi: Ülkemizi yönetenlerin en önemli referansı artık din değil midir? Birden rahatladım: Biliyorum ki tarihte hangi toplumda din yönetime bulaşmış, yönetimi etkilemişse, o toplumda ahlaksızlık tavan yapmış ve pek çok kere toplum içten çözülerek çökmüştür.

Ortaçağın sonlarına doğru papalığın tarihine bir göz atın. En aşağılık, en rezil, en pespaye davranış şekillerini görürsünüz. Sonra ne olmuştur? Katolik kilisesi paramparça olmuş, papalığın otoritesi sıfırlanmıştır. Ortodoks Bizans’ın tarihine bakın: Koca Roma’nın devamı Justinianus’un Ortodoksluğu tek egemen haline getirmesinden sonraki tarihi sürekli ve acılı bir çöküş olmuştur.

Sevgili, merhum dostum, büyük Osmanlı uzmanı ve Türk dostu Gilles Veinstein’in Kanuni dönemi tarihini bir okuyun. Bu dindar padişahın yaptığı rezilliklerin yanında toplumun rüşvet ve para karşılığı kundaktaki çocukları “müderris atamak” ve benzeri ahlaksızlıklarla nasıl çözülmeye başladığını ve bunun, aynen Bizans gibi, devleti nasıl kemirerek yok ettiğini görürsünüz.

Eh, şimdi biz de benzer bir tecrübe yaşıyoruz. Geçen gün bir genç iş adamı bana Türkiye hakkında ne düşündüğümü sordu: Birkaç on yıllık ömrü kalmış bir toplum dedim. Bundan Türkiye’nin toprak kaybedeceğini söylediğimi sandı. Güldüm, ha o da olabilir dedim, ama en mühimi halk içindeki ahlak seviyesi o kadar düşecek ki, bir toplumda yaşamı zevkli, hatta mümkün kılan karşılıklı güven, emniyet, karşılıklı yardım, topluma güven hisleri hemen hemen tamamen yok olacak, hukuk hiç kalmayacak (bu duruma Balyoz davası sonuçlarının gösterdiği gibi neredeyse ulaştık), insanlar menfaatlerinin peşinde koşmakla kalmayacak (bunu her insan her toplumda yapar), toplum bireyleri bırakın birkaç yıl ileriyi, birkaç gün ileriyi bile göremez hale gelerek birkaç saat sonraki menfaatleri için en aptalca ve akla gelmez pespayeliklere tevessül edecekler.

Diyorlar Türkiye’ye ileri ..... getirdik. İşte o ileri! Kutlu olsun.


0 yorum:

Yorum Gönder