Ergenekon davasında 25.5 yıl cezaya çarptırılan Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk’ü tanıyorsunuz. 26 yaşındayken vücudunun yarısını Güneydoğu’da bıraktı. 41 yaşındayken de Silivri Gazisi oldu. 4.5 yıldır hapiste. Mevcut hastalıklarına, yeni hastalıklar eklendi. Her an ölümüne yol açabilecek uyku apnesi, şimdi de varis...
Şubat ayı ortalarında nefes alamaz, uyuyamaz, yürüyemez hale geldiğinde günlerce Silivri Devlet Hastanesi’ne götürüldü. Nihayet Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ne sevk edildi, "uyku apnesi” şüphesiyle test yapılmasına karar verildi. Ancak 7 ay sonrasına, 12 Eylül’e gün verilebildi. Doktorlar, “İnşallah Eylül’e kadar tahliye olursunuz. Tahliye olsanız da randevuya bekliyoruz” dileğiyle Öztürk’ü Silivri’ye uğurladı.
Ne tahliyesi!.. Ergenekon hükmünün kesildiği 5 Ağustos’ta Serdar Öztürk’e 25.5 yıl çıktı!..
12 Eylül geldi. Öztürk Yedikule’deki randevusuna gitti. Sonuç: “Obstrüktif Uyku Apne Hipopne Sendromu.”
Avukatı Demet Reçber hemen Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne dilekçe verip, “Müvekkilin hastalığı ölümcüldür ve acilen tam teşekküllü bir hastanede gerekli tedavilerin uygulanması gerekmektedir. Bu nedenle müvekkilin tutukluluk halinin ekteki raporlar dikkate alınarak tekrar değerlendirilmesini ve tahliyesine karar verilmesini talep ediyorum” dedi.
-Yaşam Hakkı Kimin Yetkisinde?-
Ergenekon mahkemesinin bu dilekçeye cevabına gelmeden önce, Balyoz davasında yargılanan emekli Orgeneral Ergin Saygun’un yaşadıklarını hatırlatmam gerekiyor.
Saygun da ağır hastaydı, ama Adil Tıp ısrarla, “cezaevinde kalabilir” raporu verdi. Bu arada Balyoz davasına bakan 10. Ağır Ceza Mahkemesi 21 Eylül 2012’de kararlarını açıkladı. Saygun 18 yıl ceza almıştı. Mahkemenin gerekçeli kararı yazılmış, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na tebilgat aşamasındayken, Şubat 2013’te Saygun ağırlaştı, ameliyat için hastaneye kaldırıldı. Adli Tıp’tan gelen rapor üzerine aynı gün gece yarısı 01’de toplanan mahkeme, ameliyat masasındaki Saygun’un tahliyesine karar verdi.
Mahkeme, tahliye kararından önce buna “yetkili” olup olmadığını ele alıp, şu tespitleri yaptı:
“2575 sayılı kanunun 16/2 maddesinde, ‘hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa, mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır’ şeklinde düzenleme mevcut olup, hastalık sebebiyle mahkûmlar hakkındaki düzenlemenin tutuklular hakkında da uygulanmasına dair herhangi bir tereddüt bulunmamakta ise de mahkememizin 21 Eylül 2012 tarihinde esas hakkında karar vererek, dosyadan el çekmiş olması dikkate alındığında, bu yöndeki değerlendirmenin Yargıtay yetkili ceza dairesince mi, mahkememizce mi yapılacağı konusunda açık bir yasal düzenleme bulunmadığından mahkememiz öncelikle bu konu üzerinde değerlendirmede bulunmuş, dosyanın halen gerekçeli kararın tebligat aşamasında bulunması nedeniyle mahkememizde bulunması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesinin zaman alacak oluşu, rapor kapsamı dikkate alındığında yaşam hakkının söz konusu olması, bu yönde verilecek kararın esas hakkındaki nihai kararı etkilemeyecek oluşu nedeniyle bu konuda mahkememizce karar verilebileceği sonucuna varılmıştır.”
Durum gayet açık. Kovuşturma aşaması bitmiş olsa da hasta tutuklu, hükümlü veya hükmen tutukluların raporunu dikkate alacak olan mercii mahkeme. İkisi de Silivri mahkemesi, ikisi de özel yetkili...
-Bizimle İşiniz Yok-
Şimdi 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Öztürk’ün talebine 30 Eylül’de verdiği cevaba gelelim. Oy birliğiyle alınan kararda şöyle denildi:
“Mahkememizin 5.8.2013 tarihli oturumunda sanık Serdar Öztürk’ün tutukluluk halinin devamına karar verildiği, kararın sanık müdafiinin yüzüne karşı verildiği, söz konusu karara karşı 7 günlük itiraz süresinin geçtiği, ayrıca kararda usül ve yasaya aykırılık olmadığı ve kararda herhangi bir isabetsizlik de bulunmadığı anlaşıldığından talebin reddine...”
Öztürk’ün Avukatı Demet Reçber 3 Ekim’de ikinci bir dilekçe verip, talebini ve gerekçesini bir kez daha tane tane şöyle anlattı:
“Biz 26.09.2013 tarihli dilekçe ile 05.08.2013 tarihli oturumdaki karara itiraz etmiş değiliz. Müvekkilin ‘yaşam hakkı ihlalinin önlenmesi’ bakımından sağlık nedeniyle tahliyesini talep etmekle, verilen bir karara itiraz etmek farklı usuli işlemlerdir. Kaldı ki tahliye kararına dayanak olan 12.09.2013 tarihli rapor, itiraz edildiği iddia edilen 05.08.2013 tarihli karardan sonra verilmiştir... Talebimiz, bir itiraz değil, ani ölüm riski içeren sağlık durumu nedeniyle tahliye talebidir. Bu nedenle mahkemeniz ancak ‘evet bu rapora rağmen tahliyeyi uygun görmüyorum’ diye karar verebilir. Bu itibarla, talebimizin mahkemenizce anlaşılamadığı değerlendirildiğinden konunun yeniden izah edilerek, müvekkilin itirazen değil, mevcut raporla belirlenen sağlık durumu nedeni ile yaşam hakkının ihlalinin önlenmesi bakımından tahliyesini talep etmek gerekmiştir.”
Sonuç; Mahkeme 1 gün sonra aynı ifadeler ve oy birliğiyle, “kovuşturma aşaması tamamlandığından reddine” dedi.
Avukat Reçber 7 Kasım’da bir dilekçe daha verdi. Ancak bu defa dilekçesine, 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ergin Saygun hakkındaki kararını da ekleyip, şunları yazdı:
“Mahkemeniz ile aynı özellikleri taşıyan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi, yine mahkemeniz dosyası ile aynı özellikleri taşıyan bir başka dosyada, yaşam hakkı ihlalini önlemek amacı ile dosya üzerinden değerlendirme yapmış ve sağlık nedeni ile sanığın tahliyesine karar vermiştir. Yasaların herkese aynı şekilde uygulanacağı konusunda şüphe olmadığına göre, mahkemenizin de müvekkilimin yaşama hakkı ihlalinin önlenmesi amacı ile dosyadaki mevcut sağlık raporlarını dikkate alarak, bir değerlendirme yapması zorunludur. Aksi hal mahkemenizin sorumluluğunu doğuracaktır.”
Mahkeme aynı gün önceki kararlarını hatırlatıp, oy birliğiyle “yeniden karar alınmasına mahal yoktur” dedi. Öte yandan da dilekçenin “gereği için” cezaevinden sorumlu Savcılığa gönderilmesini, ayrıca Öztürk’ün hastalıkları ile ilgili yapılan işlemlerin cezaevi idaresinden sorulmasını kararlaştırdı.
Daha gerekçeli karar yazılmamış. Dosyanın Yargıtay’a ne zaman gideceği, Yargıtay’ın sağlık konularında yetkili olup olmadığı bile meçhûl. Ama Mahkeme, “Benimle işin bitti. Yargıtay’ı bekle ya da cezaevinde öl” diyor.
Sadece Öztürk değil, bu tavır Prof. Fatih Hilmioğlu başta olmak üzere onlarca ağır hasta tutuklunun akıbeti hakkında da bir fikir veriyor.
İsyan etmemek elde değil!..
-Öztürk’e Zulüm mü, Balbay’a Tecrit mi?-
Bir başka isyan sebebi; Serdar Öztürk çocukları ve annesi Ankara’da olduğundan 1 Ekim’de Sincan Cezaevi’ne nakli için dilekçe verdi. Öztürk, aynı suçtan mahkûm edildiği Gazeteci-Yazar Mustafa Balbay’ın yanında kalmayı talep etti. Kâh dilekçe UYAP’ta açılamadı, kâh başka sebeple iş uzadı. Nihayet Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü’nden, “L tipi cezaevi dolu olduğundan...” cevabı alındı.
Bu nedir? Serdar Öztürk’e bir başka zulüm mü? Yoksa Mustafa Balbay’ı tecritte tutma politikası mı?
Diyarbakır’da PKK’ya, “zindanlar boşalacak” vaadinde bulunanların, Gazi Serdar Öztürk, Prof. Fatih Hilmioğlu ve diğerlerinin “yaşam hakkına” dair söyleyecek bir sözü var mı?
Silivri, Hasdal, Hadımköy, Maltepe, Sincan, Mamak ve Şirinyer’e kucak dolusu sevgiler
Müyesser YILDIZ
17 Kasım 2013
0 yorum:
Yorum Gönder